Ve Musti gitti.
“Onunla beraber dünyanın en güzel ismi de gitti.”
(Güncel bir diziden aşırdım bu lafı. Ama inanınız çocuk kalbimde o isim dünyanın en güzel ismiydi..)
Biz de iki gün daha kalıp annemin evi özlemesi, teyzemin annemle tartışıp desteğini çekmesiyle kös kös ana kız eve döndük.
Garip bi ilişkileri vardı annemle babamın. 1 ay kadar dünyanın en uyumlu, en mutlu çifti oluyorlar, birlikte bahçe çapalıyor, odun kırıyor, akraba hısım dolaşıp saatlerce güle oynaya sohbet ediyorlardı. Sonra birden bi şey oluyor, kanlı bıçaklı düşmana dönüşüp, bağıra çağıra kavgalar ediliyor; babam annemi tekme tokat dövüp evden atıyordu ve bahar mevsiminden birden kasırgalı tufanlı kışa geçiyorduk hepimiz. Bu nedenle en iyi günde bile bilirdik ki o bahar kalıcı değil, ardından uzun bir kış gelecek.
Aradan 4-5 gün geçmeyecekti ve biz yine teyzemlerin evin yolunu tutacaktık, bundan emindim. Dönüş yolunda bunu düşünmek, beni eve yaklaştıkça teselli ediyordu. Mutsuz çocuklar teselli yaratmada üstün başarı elde ederler hep.
Ertesi sabah ansızın teyzem çıkageldi. Musti’yi özlemiş, Kuran Kursuna ziyarete gelmiş (bizim mahalledeydi kurs), ama onu almamışlar. O da çok sinirlenmiş bize gelmiş. Babamdan rica etti, mahallenin camiinin imamına yolladı, Kuran kursu yetkililerini tanıyor olabilir diye. Babam gitti konuştu, sahiden de imam tanıyormuş kurs yetkililerini, babamla birlikte gitmişler kursa, ama hayır demiş idareciler, kursa gelen çocuk 1 ay dolmadan evci çıkamaz, ailesi ile görüştürülmezmiş. İmam ve “annesi çok hasta” yalanını atan babam ne deseler ikna edememişler Keskin Hoca’yı.
(Sonra anlatırım bu Keskin Hoca ve karısı Hacer Teyzeyi. )
Teyzem kızdı, öfkelendi, Kursa verdiğine pişman olmuştu çoktan, annemle hacılara hocalara atıp tuttular, annem iyice körükledi teyzemi, ama yapacak bir şey bulamadılar.
Teyzem evine dönmek için müsaade istedi. Giderken anneme “Virgie’yi de götüreyim, siz de akşama yemeğe gelin, moralim çok bozuk iki muhabbet ederiz” dedi, annem “şimdi durmaz bu, Mustafa da yok, biz akşam hepimiz toplanıp geliriz, eniştenle aramız düzeldi gayri” dedi. Teyzem dişlerinin arasından “kaç gün sürecek bakalım” diyerek kalkıp kapıya yönelirken, “ben de gideceğim” diyerek ayakkabılarımı almaya koştumsa da annem göndermedi. Gene ağladım bir sürü teyzemin ardından. Teyzemin, dayılarımın daha doğrusu her gidenin ardından “ben de gideceğim” diye bir ağlama huyum vardı ki herkesi bezdirmiştim bu konuda. Annem konu komşuya mahcup olurdu bahçede bağırarak ağlayışımdan; “her gelenin ardına düşer bu” derdi. Bu seferki ağlamamda Musti’nin kurstan çıkamaması, onu görememek ızdırabı da vardı biraz..
Akşam. Babam kapıdan girer girmez “hadi bacımgile yemeğe davetliyiz” diyerek gezmelik ceketini uzattı annem. Babam; “olur canım, akşama kadar araba üzerindeydim ama, yayan gidelim olmaz mı” dedi ve herkes hazırlandı, güle oynaya yola düştük. O yollardan ailemle böyle el ele kol kola neşe içinde gitmek, benim için masal gibi, rüya gibi şeylerdendi. Ömrümüzün baharı dedikleri bu olsa gerek..
Uzaktan teyzemlerin bütün ışıklarının yandığını görünce kalbim sevinçle çarptı. O iki katlı yeşil evden sokağa taşan ışıltı, benim çocuk kalbime ne keyifler vadediyordu. Teyzem, gönlü coşup sofralar donattığı zaman, tüm evin ışıklarını açar, evi şaşaaya boğardı. Avizelerdeki üçerli beşerli ampüllerin duvarlarda dolaşan kristal yansımalarında dışardan görülen bir saadet gizliydi sanki.
Eve girdik. Abim, teyzemin iki büyük oğluyla hemen bir odaya sokuldu ve kapıyı da -biliyorum, ben girmeyeyim diye- sıkı sıkı örttüler. Hep kızlardan, sinemalardan filan konuştuklarını ben bilmiyor muydum sanki. Usul usul kapıya sokulur, bebeğimle oynar gibi yapar, konuşmalarını çözmeye çalışır, çoğu kez onları dinleyerek holdeki tekli koltukla uyur kalırdım.
Babam Hiç bir zaman kendisini tam onaylamayan pek kıymetli baldızıgilde sorunsuz geçen akşamın ve ailesini bir arada tutmanın verdiği keyif içinde teyzemin açtığı tv’den haberleri izliyor; annem, teyzem ve kızı Cennet masaya tabak çanak taşıyorlardı.
Kimseye görünmeden Musti’nin odasına girdim. Odada kabarık yataklı bir somya (yatağın altı Musti’nin zulasıydı, yok yoktu orada, bir dükkan dolusu şey vardı), bir tekli koltuk, terek dedikleri sanayi tipi raflardan yapılma karman çorman kitaplık ve bir köşede kocaman sepetler içinde (küfe, annemler köfün derdi, bağbozumu zamanında sırtlarında üzüm taşırlardı) koca koca sarı elmalar. Alakova Çiftliği’nden kamyonla meyve (vişne, kayısı ve elma) gelir, teyzem bir kısmını mahalleye dağıtır, birazını fakir akrabalara yollar, ‘kış elması’ da denen sarı elmaların kalanını kışın tüketmek üzere bu odada muhafaza ederdi. Çürüyenler doğruca tavuklara gider, çok eriyikler sirke yapılırdı. O odadan her mevsim elma kokusu yayılırdı.
Elime bir elma alıp ısırarak camdan dışarıları seyrettim. Sokaklardaki tek tük insanlar arasında Musti’nin eve doğru gelişini hayal ettim.. Çünkü “kaçıp geleceğim” demişti.
Yemek yendi. Teyzemle babam birer Marlboro sigarası yakıp (babam Bafra, abilerim Samsun ve Maltepe içerdi, teyzem Marlboro içerdi) TV karşısında sohbete koyuldu, ben bulaşık yıkayan Cennet Ablanın yanına tabure çekip üzerine oturarak ordan burdan sohbete daldım.
Derken ansızın çatıdan bağırtılar, boğuşma sesleri gelmeye başladı. Nasıl oldu bilmiyorum, içime doğdu derler ya, en tiz sesimle: Çatıda Musti var! Musti gelmiş! Mustiiiii! diye hoplamaya başladım. Kimse ne olduğunu anlayamadı. Dışarıdan gelen bağırışlara mı, benim tiz çığlıklarıma mı koşsunlar bilemediler, herkes hole hücum etti.
Teyzem birden döndü ve yatak odasına girip dolapta saklı duran tüfeğini aldı, kapıya seğirtti. Yukarıdan hala boğuk insan sesleri ve bir şeylerin üzerine basılmasıyla zeminden çıkan haşırtılı kütürtülü çıtırtılı sesler geliyordu. Teyzem önde, annem arkada merdivenleri çıkarken, bizler kapı önündeki beton zeminde korku ve heyecanla bekleştik, birden bir adam teyzemi ve annemi itip, merdivenleri üçer beşer atlayarak önümüzden geçerek kaçtı gitti.
Yıllarca teyzemin o anlardaki halinin taklidi yapılıp gülüşüldü, ancak o an dehşetli korkudan kimsenin aklına gülmek gelmiyordu; teyzemin korkudan dili tutulmuş; o loş merdiven aralığında elinde silah, anlaşılmaz galiz küfürler ediyor, boğuk çığlıklar atıyordu.
Babam ve evdeki gençler hemen sokağa fırladılar, karanlık sokaklarda oraya buraya bilinçsizce koşturup çarçabuk eve döndüler.
Bizler çatıya koştuk hemen. Teyzem ve annem ne olup bittiğini anlamaya çalışıyorlardı, derken yine herkesi korkudan titreten bir şey oldu, adamlardan biri hala duruyordu galiba, bacanın arkasından haşır huşur sesler geldi. Teyzem silahı bu kez doğrultabildi ve yine dili biraz peltek ama anlaşılır şekilde “çık lan deyyus” diye bağırdı. Daha teyzem susmadan bacanın ardındaki “adam” fırladı ve üzerimize doğru atıldı.
Kış bastırmadan 3-5 ton ıslak kömür alıp kurusun diye çatının zeminine yaymışlardı, gece karanlığında ıslak kömür ışıl ışıl parlıyordu. Baca karaltısından eli yüzü kan ter içinde, sümüklü maymun suratlı, sarı kafa Musti çıktı. Annesine sarıldı hemen, nasıl da ağlıyordu boğuk boğuk, ama ne dediği anlaşılmıyordu. Teyzem “Mustafa’m guzum” diye haykırarak Musti’yi sarıldı, gözyaşlarından kara izler oluşmuş yüzünü öpüp kokladı.
İçeri geçildi. Evdeki gençleri bi kaç yüz metre ilerdeki karakola yolladılar, annesinin kucağına yaslanan Musti anlatmaya başladı. Çatıya hırsız girmiş. “Gündüzden kapının önüne gelen kömür kamyonunu görmüş olmalı” dedi babam. Hırsız tam çuvallara kömür doldururken, Kuran kursundan kaçıp çatıya saklanan Musti ile burun buruna gelmişler, Musti çığlık atıp bas bas bağırınca da..gerisini biliyorsunuz..
Karakoldan yaşlı bir polis amca geldi, olan biteni dinledi, “biz arar buluruz, siz rahat uyuyun” dedi, babama “siz kimsiniz” dedi, babam “eniştesi oluyorum” dedi, “bugün bu evi boş bırakmayın” dedi polis amca ve gitti.
Bütün ışıkların yandığı o evde şaşaalı bir kutlama filan olmamıştı o gece, ama belki de Musti’nin canına kastedilecek polisiye bir vak’a yaşanmıştı ve herkes olayın şoku ile koltuklara çakıldı kaldı.
O gece orada kaldık. Teyzem, sarı kafası kömürlere bulanan Musti’yi yıkadı hemen, bizden müsaade istedi ve ana oğul sarılıp yattılar. Ben de anne babamla bize ayrılan odadaki yatağıma geçtim, uzandım. O gün yaşadıklarımızı düşünürken yeniden korkuya kapılıp anneme sımsıkı sarıldım. İçim dehşetle ürperiyorsa da yüzüm ışıl ışıldı; Musti söz verdiği gibi gelmişti; sabah kalktığımda, artık kursa gitmeyecek olan Musti ile bisikletin arkasında fırına gidecek, (bi keresinde böyle bisikletle giderken bi tümsekte beni düşürmüştü de hiç fark etmemişti, öyle yolun ortasında dönmesini beklemiştim; biliyordum dönerdi hep..) kümesten yumurta toplayacak (Musti, bir ikisini kafasında kıracak çiğ çiğ içecekti oracıkta ve bana da içirmeye çalıştıkça ben ciyyak ciyyak bağıracaktım, tavuklar çil yavrusu gibi kümesten kaçışacaktı) ve akşamlara kadar saç saça baş başa gülüşüp oynaşacak olmanın keyfi ile uykuya daldım..